29. DERS: AHİRETE İMAN - HAKİKİ KİŞİSEL GELİŞİM SİTESİ

İçeriğe git

Ana menü:

29. DERS: AHİRETE İMAN

1. KUR

WORD HALİ


BİR AYET:

Rum / 19.

“Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor; yeryüzünü ölümünün ardından O canlandırıyor. İşte siz de (kabirlerinizden) böyle çıkarılacaksınız.”


BİR HADİS:


Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

"Kıyamet gününde, kulun ayakları, Rabbinin huzurundan şu beş şey soruluncaya kadar bir yere kıpırdamaz:


Ömrünü nasıl harcadığından,

gençliğini nerede geçirdiğinden,

malını nereden kazanıp

nereye harcadığından

ve bildiklerini uygulayıp uygulamadığından sorulacaktır."


İbn Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî.



TEKRAR DİRİLMEK

       

İki adam cennet gibi güzel bir memlekete giderler. Bakarlar ki oradakiler evinin, dükkânının muhafazasına fazla dikkat etmiyor. Paralar ve mallar açıktadır.
       

Onlardan birisi, her şeye elini uzatır, çalar, gasp eder, ahlâksızlıklar yapar.
       

Arkadaşı:

"Bu memleketteki nizâm ve ahenkten anlaşılıyor ki, bu mallar sahipsiz değildir. Bak görüyorsun, herkes görevinde azamî bir dikkatle çalışıyor ve her biri çok önemli işler görüyor. Belli ki herkes buranın padişahının askeridir. Her yerde o padişahın memurları, kameraları, dinleyicileri vardır. Belki sivil olduklarından sana dokunmuyorlar. Sen başıboş gibi, kimse görmüyor gibi hareket etme. Onun memleketinde, onun kanunlarına uygun hareket edeceğini, misafir gibi davranacağını ona ilan et!" diyerek onu uyarır.

       

O sersem:

"Bunlar birinin malı değil, sahipsizdir." diyerek inat eder. Aralarında ciddi bir tartışma başlar.
       

O adam divanece "Ne padişahı, ben padişah falan görmüyorum ve tanımıyorum!" der.
       

Arkadaşı: "Bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız, bir harf kâtipsiz olmaz, Bu kadar düzenli, bu denli güzel bir memleketin hâkimsiz olması, bu sarayların, bu nakışların kendi kendine yapılması hiç mümkün müdür. Hem bak o padişahın her şey üzerinde mührü ve imzası var." diye cevap verir.
       

"Tamam" der o sersem...

"Padişahı kabul ediyorum. Fakat, benim bu küçük kusurlarımın ona ne zararı olabilir. Herkes vazifesini yaparken bir tane de benim gibisi olsun. Hem zindan falan da görünmüyor, bu yaptıklarımdan ötürü ceza görmüyorum."
       

Arkadaşı: "Burası bir manevra meydanıdır. Vazifesini yapmak için her gün kafileler gelir, kafileler gider. Bir müddet sonra bu yıkılmaya müsait diyar tamamen boşaltılacak, buradakiler daimi bir memlekete alınacak. Herkes vazifesini yapması nispetinde ya ceza çekecek, ya mükâfat görecek." der.
       

"Buradan başka bir diyar olduğuna, bizim oraya götürüleceğimize inanmıyorum!" der inatçı adam.
       

O emin arkadaşı: "Madem bu denli inat ediyorsun, ben sana o gidilecek hakikî diyarı ispat edeyim."der.
       

Bu yerlerin padişahının, hak edene hak ettiğini verdiğine bu misafirhane şahittir. Bu onun adaletini ispat ettiği gibi gönderdiği yaverine de adaletini söylettirmektedir.


Hâlbuki zalimlerin izzetiyle, mazlumların zilletiyle gittiğini, demek bir mahkeme-i kübra'ya bırakıldığını; Onun itaat edenlere mükâfatını vermesi için ebedî bir diyarın olması gerektiğini, kendisi için olmasa bile bu ahenkli misafirhanede huzuru bozanlardan, itaat edenlerin hakkını almak için bir hesap meydanını kuracağını göstermektedir.


Vaadini, vaadinden dönmesinin O'nun için muhal olduğunu, zira vaadini yerine getirmekte aciz olmadığını; bu dünyada bile her ölüme bir dirilişi takip ettirerek, ölen bir elmayı midede, ölen bir çekirdeği toprakta dirilterek, diriliş numuneleri gösterdiğini; bu memleketi yoktan kuran birisinin dağılmış insan parçalarını toplamasının akıl için daha kolay olduğunu… Binlerce delil ile anlatır.

       

Evet, öldükten sonra dirilmek, gecenin sabahı, kışın baharı kadar kati’dir.
       

"Vermek istemeseydi istemek vermezdi." (10. Söz)


NASIL OLUYOR DA!


Ağzından çıkan tek bir kelimeye dahi manasız denilmesine razı olmayan insan, nasıl oluyor da ahireti inkâr etmek suretiyle bu koca kâinatı manasızlıkla itham edilebiliyor?



BUNCA CÖMERTLİK ÂHİRETİ GEREKTİRİR

       

Harun Reşid’in karşısına çıkan Allah dostu sorar:


- Harun! Şu bir bardak suya muhtaç olduğunda onu elde edebilmek için bütün saltanatını verir miydin?
- Evet.


- Peki, bu suyu içsen de dışarıya çıkaramasan, onu çıkarmak için bütün saltanatını verir miydin?
- Evet.     


Bunun üzerine ârif insan şunları söyler:
- İşte ya Hârun! Senin bütün servet ve saltanatın bir bardak sudan ibarettir!...
       

Şu bir bardak sudan alalım da her an muhtaç olduğumuz havaya kadar, bütün nimetleri, kapımızda hazır buluyoruz.
       

Her mevsim ayrı ayrı binlerce çeşit meyve Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve ihsanıyla geliyor. Aksini düşünseydik, değil o meyveleri, bütün cihana bedel bir çekirdeği dahi elde edemezdik.
       

İşte, dünyada, Cenâb-ı Hakk’ın bu denli cömertliğini görüyoruz.
       

Zavallı insan, keramet ve mucize arıyor. Hâlbuki etrafımızdaki bu çeşit hadiselerin hepsi harikulade olarak meydana geliyor.
       

Cömertliğe bakın ki, güneş ve ay insana iki mûtî hizmetkâr gibi çalışıyor ve hizmet ediyor.


Isısıyla başımızı okşarken, ihtiyacımız olan meyve, sebze ve hububatın olgunlaşmasını da deruhte ediyor.


Eğer bütün bu cömertlikler geçici ve fani şu dünya misafirhanesine mahsus olsa ve devam etmese, düşündüğümüz ve her an bize gelmesi muhtemel ölüm sebebiyle, her nimetin ardından bir bardak zehir içiyor gibi ızdırap çekecektik.


Zira itlâf ettiğimiz her nimet bize, bir gün bütün nimetlerden mahrum olacağımızı ihtar edecektir. Bundan da korkuncu ebedî yokluğu düşündürecektir.
       

Halbuki bu kadar cömert bir Zât, verdiği bunca nimetleri tattırdıktan sonra elimizden almaz. Belki o nimeti devam ettirir ve ebedîleştirir.


İşte bu geçici âlemde bu kadar cömertliği cilvelenen Zât’ın, bir de ebedî ve tükenmeyen bir âlemi vardır ki, burada numunesini gördüğümüz cömertlikler orada bizzat ve ebedî olarak devam edecektir.


Yoksa onun bunca cömertliği, aksiyle vasıflanır ki, bu da onun Zat-ı ulûhiyetiyle bağdaşamaz ve O, böyle çirkinliklerden münezzeh ve mukaddestir.

 
İçeriğe dön | Ana menüye dön