21. DERS: İRADE - HAKİKİ KİŞİSEL GELİŞİM SİTESİ

İçeriğe git

Ana menü:

21. DERS: İRADE

2. KUR

WORD HALİ


BİR AYET:

       

Enam / 104.

“(Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.”



BİR HADİS:

       

Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:


"İçinizden her kim kötü bir şey görürse, onu eliyle gidersin, buna gücü yetmezse diliyle önlesin, buna da gücü yetmezse kalbiyle ondan nefret etsin ki, bu îmanın en zayıf noktasıdır."


Ebû Saîd radıyallahu anh. Müslim.



İRADE İNSANI

İrade; isteme, dileme, arzu ve isteklerin gerçekleştirilip ortaya konması yeteneği veya iki şeyden birini tercih etme manâlarına gelir.
       

Hayatını kalp ve ruh seviyesinde yaşayanlarca:

“Nefsin isteklerini aşma, bedenin arzularına başkaldırma, Hakkın rızâ ve hoşnutluğunu kendi istek ve dileklerine tercih ederek, kendine rağmen her yerde ve her durumda Onda ve Onun murâdında fâni olma” şeklinde anlaşılmış ve tarif edilmiştir.
       

Mürid; kendi güç ve kuvvetinden arınıp, zerreden sistemlere kadar her şeyi kabza-i tasarrufunda tutan Kudreti Sonsuzun irâdesine râm olandır. Murâd ise, Hakk arzusuyla dopdolu hâle gelmiş; bütün bütün mâsivâya kapanmış, Onun hoşnutluğundan başka hiçbir şeye istek ve iştihası kalmamış bahtiyar ruh demektir.
       

İrade; “ -İş ve davranışlarında sırf Onu ister ve dilerler.” (Enâm, 6/52; Kehf, 18/28) gerçeğine göre, Hakk yolunun yolcuları için ilk menzil ve Sonsuza yelken açanlar için de bir ilk konaktır. Sonsuza açılan hemen herkes, ilk defa bu liman ve bu piste uğrar. Sonra da bu birinci durağın gücüyle yükselir, hedefe doğru yol almaya başlar. Hakkın tevfiki ve irâde gücüne göre, kimileri bu mesafeyi yerde yürüme süratiyle, kimileri füze ve ışık hızıyla, kimileri de her türlü kemmiyet ölçüleri üstünde kateder.
       

Mürîd, irâdesini mutlak irâdeyle irtibatlandırıp murâd ufkuna ulaşacağı ve bedenden ruha, cisimden kalbe, düşünceden vicdana yükseleceği âna kadar, katiyen “fark”tan kurtulamaz. Kurtulamaz da, irâdeyi ayrı, irâde edeni ayrı ve murâdı da hep ayrı görür. Evet, Hakk yolcusu, yolun başlangıcında mürîd, nihâyetinde murâd… Kulluğu tabiatına mâletme gayreti içinde mürîd, Hakkla münâsebetlerin, fıtratın ayrılmaz bir yanı haline geldiği noktada murâddır.


İRADE

       

Herhangi bir şey yapıp yapmama hususunda, karar verme gücü veya “eğilim” diye tarif edeceğimiz “İrade”, insan olmanın şiârı ve ahlâkın biricik esasıdır. O olmadan ne fazîletten ne de insanlıktan bahsetmeye imkân yoktur.
       

Bir insanda irâde şuuru, onun kendi kendini idrak etmesi demektir. Bunun aksi ise ferdin deformasyonu ve bozulmasıdır ki böyle bir bozulmaya maruz kalan fert, hareketlerinde kararsız, düşüncelerinde de şaşkınlık içindedir. Onun bu kararsızlık ve şaşkınlıktan kurtarılması; dönüp yeniden kendini bulması ve irâdesiyle bütünleşmesi sayesinde mümkün olacaktır. Yoksa onun ne ruhunda istikrar, ne hareketlerinde denge, ne de “kendi olma” yolunda bir gayrette bulunması katiyyen tasavvur edilemez.
       

İradeli hareket, bir ilk plân ve karara muhtaçtır. Bu da zihnin hayat ve faaliyetlerine bağlıdır. Bu itibarla, tanıyabildiğimiz varlıklar arasında, irâdeli hareket yalnız ve yalnız insanoğluna has bir keyfiyettir.


Yüce Yaratıcının insanı şereflendirme ve kendi irâdesine bir davetçi, bir ilk sebep kılma maksadıyla onun derûnuna yerleştirdiği irâde, öyle bir şifre-çözen ve meşaledir ki; bu meşale nerede yanarsa bütün kevn-ü mekânları idare eden Zatın nuru ve irâdesi de orada tecellî eder.


Cüzî irâdesini Yaratıcının sonsuz irâdesiyle bütünleştiren insan, sınırlı irâdesiyle sınırsızlığa ulaşır; iktidarsızken güçlü, âcizken kuvvetli, katre iken derya, zerre iken güneş ve bir hiçken bütün bir varlık kesilir!..
       

///“Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gâyet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gâyet uzun ve hasenatta eli gâyet kısa, cüz'-i ihtiyârî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet'e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem'e yetişmesin. Demek dua ve tevekkül, meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tevbe dahi, meyelân-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.”


 
İçeriğe dön | Ana menüye dön